Dilimizin zenginlikleri projesi kapsaminda Kasım ayı faaliyet başlığı, Kaşgarlı Mahmud ve Türk Dlinin İlk Sözlüğü faaliyet adı altında " Anahtar kelimelerle hikâye yazma" etkinliği yapıldı. Cenk DEMİR adlı öğrencimizin hikâyesi;
RÜYANIN ZAFERİ
Gece, Bars yılında bozkır derin bir sessizliğe bürünmüştü ; yıldızlar, gökyüzünde titreyen ışıklarını saklamış, rüzgar bile nefesini tutmuştu. Sökmen olanı sınar, korkusuz olanı tanırdı bu ayın soğuk ve sert yüzü. İşte böyle bir vakitte Oğuz Yurdu’nda bir oba, kuraklığın ve ani baskınların tehdidi altında kalmıştı. Düşman, gölgeler gibi yaklaşmakta ve tüm obaları yerle bir etmeye niyetlenmişti.
O gece kamug kişi toplanmış, ozanlar kopuzlarını çalıp ağıt yakıyordu. İnsanlar Alp Beg’in ne gibi bir çözüm getireceğini merak ediyordu. Alp Beg ise çözüm bulamamanın endişesiyle sessizdi ama insanların içini bir nebze olsun rahatlatmak için çadırından çıkarak halkına seslendi:
“Ey bodun! Yer kurudu, düşman üste geldi amma bilirsiniz ki Tengri’nin izniyle her kara günün ardından güzel günler doğar. Hep birlikte sancak altında toplanıp dağları delen kılınçlarımızla bu zor zamanlardan çıkacağız!”
İnsanlar biraz olsun rahatlamış ama ağıtlar bir türlü susmamıştı. Oba halkı dua ederken korku içinde Allah’tan kurtuluş dilemişlerdi.
O gece rüyasında bir er Tanrı’dan kut aldığını ve derhal yola çıkması gerektiğini gördü. Rüyasında gördüğü kadim mağara harfiyen belirginleşmişti ve sabaha karşı atına binerek obasından sessizce ayrıldı. Yüzyıllardır anlatılagelen eski bir efsanenin izinden gitme kararı almıştı. Günlerce yol alıp sonunda gördüğü dağlar arasında aynı mağarayı buldu. Mağaranın girişinde kurt başlı bir tuğ vardı, doğal bir işaret gibi duruyordu. İçeri girdiğinde karanlığın içinde yankılanan bir ses, geçmişi ona hatırlattı; kaybettiği ailesinin anıları aklına geldi. Fakat bu sefer korkunun değil, onurun ve cesaretin dolaylı bir şekilde ruhunu sardığını fark etti.
Başını dik tutarak bu mağarada atalarının ruhundan ders aldı, Tanrı’ya yükünç etti. Sonunda mağaradan çok daha güçlü ve hazırlıklı bir şekilde çıktı.
Dönüş yolunda, obasına yaklaşırken, aklında bir endişe vardı; acaba her şey yine eskisi gibi mi olacaktı, yoksa o kaybetmeye mi mahkûm olmuştu? Yolda yaşlı bir adam ile karşılaştı. Selam verdiği yaşlı adam, ağır ağır başını çevirdi.
Er: “Yaşlı amca, bu yol tehlikeli. Haydudu bol, serkeresi pek çok olur. Ne arıyorsun burada? Keyik hayvandan korkmaz mısın?”
Yaşlı adam: "Yiğit olan yabanıl hayvandan korkmaz. Yıllar bana doğanın huzurunda sakinliği öğrenmeyi öğretti. Yabanıl hayvanlar doğanın parçasıdır. Sen onları korkunç olarak görüyorsan belki de doğadan korkuyorsundur. Doğadan korkan, düşmanına nasıl karşı koyabilir?"
Er: “Peki, yaşlı amca… Senin yılların sana doğruyu ve yanlışı ayırt etmeyi nasıl öğretti? Ben obamı kurtarmak için yola çıktım ama eğer kaybedersem ne olacak?”
Yaşlı adam: “Savaş, yalnızca bir araçtır. Eğer kalbini kaybedersen her zaferin de ardında bir mağlubiyet yatar. Gerçek savaş, kim olduğuna dair bir savaştır.”
Er, yaşlı adamın sözlerinde bir derinlik buldu. Savaşın yalnızca zihinle yapıldığı, insanın içsel huzurunun gerçek zaferi getireceği gerçeğini fark etti.
Yaşlı adam: “İlerlediğin yolda cesaret değil, akıl senin en büyük silahındır. Şimdi git ama içinde bulduğun huzuru unutmadan.”
Yol boyu yaşlı adamın söylediklerini düşündü. Nihayet obasına varmıştı. Eşi ve çocukları, onu gördüklerinde gözleri yaşla doldu. Çocukları boynuna sarılırken akşam olmadan derin bir uykuya daldı ve rüyasında kendini bir orman içinde buldu. Zincirlerle bağlı dev ağaçlar vardı ve o da zincirlere bağlanmıştı. Zincirleri kırmak için elinden geleni yaptı fakat bu çabasının sonuç vermediğini fark etti. O sırada gökte bir turna kuşu belirdi. Yavaşça yere indikten sonra ona “Gerçek güç zincirleri kırmakta değil, onları kabul etmekte yatar.” dedi. Er, aniden durdu ve turna kuşunun sözleri ona fısıldadı. Zincirleri kabul ettiğinde aniden kayboldu.
Rüyasında öğrendiklerinden uyanınca obanın en bilginine koştu. O bilgin, ona gördüğü rüyanın bir belgü olduğunu söyledi. Turna kuşunun özgürlük ve bereketi simgelediğini anlattı. Er, düşmanla savaşma kararı aldığını bildirdi. Bilgin, ona bu mücadeleyi başlatmasına dair onay verdi.
Hızla Alp Beg'in çadırına giden Er, durumu anlattı ve düşmanla savaşı başlatmaları gerektiğini söyledi. Beg, bu öneriyi halkına duyurdu. Eli kılıç tutan her kişi Er’in önderliğinde, düşmanın üzerine doğru akın etti. Atlarının toynaklarından kızıl ot çıktı ; yerdeki kuru ot yandı, düşman görünce alevlerin yansımasıyla irkilip geri çekilmeye başladı. Fakat cesaretini yitiren düşman, Er’in ve alperenlerinin kararlı adımlarını gördükçe umutları da söndü. Atlıların hızı, yerden kopan toprak, kılıçların keskin sesi ve orman gibi güçlü bir süratle ilerleyen askerler düşmanı adeta yutuyordu.
Nihayet düşman uzak diyarlara def edildi. Zaferi kutlamak için bir toy düzenlendi. Kopuz sesleri yükseldi, kurbanlar kesildi ve şükür duaları okundu. Er’e “Kutalmış Bahadır” adı verildi. Er'in ismi dilden dile, yüzyıllar boyunca anlatıldı. Ölümünden sonra bile ozanlar, onun cesareti ve gücü üzerine şiirler yazmayı sürdürdüler.
Cenk DEMİR
ATP 11/B
KULLANILAN KELİMELER
Beg: ey
Tengri:tanrı
Kut:kut, uğur, devlet, baht, talih, saadet.
Belgü:alâmet, nişan, im, belge
Sökmen: yiğitlere verilen ungun
Yüreklig:yüreği pek, yiğit, cesur, yürekli
Yükünç:namaz, ibadet, baş eğme
Kamug: bütün, hep, kamu
Kopuz:çalgı aleti
Budun:halk, ulus, kavim
Tuğ:sancak, bayrak
Keyik hayvan:yaban hayvanı, aslında yabanî olan her şey